23 Haziran 2011 Perşembe

Viyana'da noel

Viyana hava alanını görünce Sabiha'ya laf edenler utanır öncelikle onu söyleyeyim! İner inmez havaalanında bindiğimiz taksinin şoförü Türktü, dakika bir gol bir diye buna diyorlar herhalde. Otelimizin yerini biliyordu allahtan. Otel, noel olmasına rağmen çok uygun fiyatlı olduğundan, ne menem bir yer acaba diye içimize kuşku girmedi değil ama gördük ki İstanbul'daki 4 yıldızlı oteller ayarında, gayet güzel.

Hemen otele bavulları bırakıp kentin belli yerlerine kurulmuş açık hava pazarlarına koştuk, her tarafa hediye standları açılmış, süslenmiş bütün şehir.





Aman ne şenlik, bayıldım! Sıcak şarap büfeleri, hediyelik eşyacılar, yiyecek içecek tezgahları, ortada duran bira fıçılarının başında içen insanlar...Hava dondurucu olmasına rağmen o manzara içimi ısıttı (İstanbul'da -2 olunca donarken, "bu da soğuk mu" diye iç geçireceğim aklıma gelmezdi). Zaten oldum olası noel zamanını pek severim. Yılbaşı öncesinde cadde veya Nişantaşı civarı ışıl ışıl ve süslü olduğu için oralarda fink atarım, o havayı hissedebilmek için. Noel temalı filmlere de bayılırım! Tam da yerindeyim işte dedim, orta avrupada noel en güzel Viyana'da yaşanıyordur herhalde. Akşam el ayak çekilinceye dek dolaştık, alışveriş yaptık, yedik içtik, müthiş keyifli vakit geçirdik.

Akşam Stephansplatz'daki katedralde (Aziz Stephan Katedrali- Avusturya'nın en büyük katedraliymiş,) noel ayinine katıldık. Gotik ve büyüleyici, tonla ayrıntıyla bezenmiş bir katedral.

Hepsinin videosu var ama daha bu blogun acemisiyim, nasıl eklendiğini öğrendiğimde ekleyeceğim. Haliyle noel ayini oldukça kalabalıktı, biz bariyerlerin ardından izleyebildik fakat o bile yetti, hayran kaldım. İçimdeki "Ave Maria" sever orada tatmin olur gibi oldu. İlginç bir bilgi olarak kilisenin altında, kara veba sırasında ölmüş insanların gömüldüğü gezilebilen bir mezarlık var (katakomp), fakat biz gezemedik şeridin diğer tarafında kaldığımızdan:(

Akşam tabi noele özel fix menü hazırlamış restaurantlar, biz fix menu olmayan bir yer bulalım arayışına girdik. Ayaklarım beni bir restauranta götürdü (oranın kartını bulmam lazım, mutlaka gidip orada yemek yemelisiniz). Dışardan bakınca basamakla inildiğinden biraz aşağıda kalan sıcak, sevimli, italyanların aile işletmelerini andıran biryerdi.(muellerbeisl - http://muellerbeisl.com/international/english.html ) İçeri girdiğimzde dekoru,çalışanların kibarlığını ve temizliği de beğendim. Yemeklerin hepsi birbirinden lezizdi. Viyana'da en ünlü şey schnitzel, apple strudel bilindiği üzre. Ben schnitzeli hiç sevmem o nedenle orada bulunduğum süre zarfında ağzıma koymadım. Bizim türkçe konuştuğumuzu gören kibar garson birdenbire türkçe konuşmaya başlamaz mı. Meğer bulunduğumuz restaurantın sahibi ve çalışanları türkmüş. Avrupada yaşayan türk profiline zerre benzemediklerinden anlayamamıştık. Menude de türklere özgü tek yemek yoktu. İşletmenin hiçbir yerinde türklük emaresi yoktu hatta. Daha da hoşumuza gitti bu. Çünkü 40 metrekare almanya sendromunu aşabilenler de var demek dedik. O ülkede doğup büyüseler de, ne o kültüre ne bu kültüre ayak uyduramayıp, arafta kalıyor türklerin çoğu.Hele işletmeciyseler, bu, mekanların paçalarından akıyor, ortaya kaliteli birşey koyamıyorlar.



Çok güzel mekanlara gittik ama hepsinin kartını bulup daha sonra ekleyerek yazıyı güncellyeceğim. Şimdi genel bilgilere geçiyorum. Kentin dört bir yanını tiyatro salonları, opera binaları, sinema salonları sarmış. Ulaşım ağı kentin her yerine gidiyor. Kent sanat üzerine kurulmuş, üstelik bunu turistik kaygılarla da yapmıyor, zira burası yüzlerce yıldır müzikle, sanatla yaşıyor. Binaları çok beğendim, çirkin, eciş bücüş bina görmedim.






Şehir merkezini gezmek isteyenler için museums quartier başlamak için ideal nokta. sırtınızı museums quartier’a verip yürümeye başladığınızda Kunsthistorisches ve Naturhistorishes müzelerini, Hofburg kongre merkezini, imparatorluk sarayındaki Avusturya ulusal kütüphanesi’ni, yine bu binada bulunan ve eserleri Türkiye’den getirilmiş olan Efes müzesi’ni, etnoğrafya müzesi’ni, Avusturya tiyatro müzesi’ni ve daha birçok tarihi binayı görmek mümkün. yunan mimarisine sahip parlamento binası, tarihi belediye binası şehir merkezindeki görmeye değer diğer yerlerden. bunun dışında alışveriş yapmak, kafelerde oturmak ve gelen geçene bakmak isterseniz Museums Quartier’den girişi olan meşhur Mariahilferstrasse tercih edilebilir. Bu caddede yer alan bir tasarım mağazasını çok sevdik, hatta alacağımz hediyelerin bir kısmını oradan aldık, giderseniz uğrayın derim (http://www.kare-design.com/en/shop28038/home/ ). Bir iki örnek ekliyorum :)



Şehir merkezinden metroyla ulaşılabilecek olan Schönbrunn sarayı ise görkemli bir Avusturya sarayı. Büyük bir alanı kaplayan sarayı gezmek için yarım gün ayırmak gerekli. buraya ulaşmak için Karlsplatztan u4 metro hattını kullanıp Schönbrunn durağında inmek yeterli. Sarayın bahçesi hariç diğer yerlere girmek ücretli. Mozart'ın evi ile ilgili yazıyı daha sonra yazacağım.

Gelelim ulaşıma; toplu taşıma araçlarında biletler araçlardaki makinelere okutuluyor ve makine biletin üzerine tarih basıyor. Metroların girişinde o hattın iki yönündeki tüm metro duraklarını gösteren tabelalar var. Bu sayede aşağı inmeden gideceğiniz yönü bulup, doğru tarafa geçebilirsiniz. Metro duraklarında gelen ilk iki metronun kaç dakikada geleceğini gösteren ve saati şaşmayan elektronik panolar mevcut, sabah 5:30-6:00’dan gece 12-12:30’a kadar metro çalışıyor. Ulaşımla ilgili en detaylı bilgi http://www.wien.gv.at/ bu linkte var.

Yemeklerine gelincee...Et suyuna yaptıkları çorbalara bayıldım, her gün değişik çeşidinden içtim. Apfelstrudel müptezel yapar adamı. Sacher torteyi Sacher Otel'in kafesinde yiyin, orjinali orada. Sauerkraut, sosis ve kaburga yedim genelde. Bira sevmeyen ben, biranın imal edildiği bir restaurantta (Salm Brau- http://www.salmbraeu.com/ ) buğday birası içtim ve çok da beğendim.
Bu arada alakasız bilgi; Alpler'deki su Viyana’nın musluklarından akıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder