24 Haziran 2011 Cuma

Mart'ta Antakya

Kışın bana biryerlere gitmezsem afaganlar basıyor. O nedenle her ay için bir kent belirledim ve kışın da popomu yere koymadım. Bu yazımın konusu Antakya.
Gittiğim yerlere özgü orijinal yerlerde kalmayı seviyorum. O nedenle otelde değil, kentin dışında arkadaşın tavsiye ettiği “Toprak ev”de kaldık (http://www.toprakev.com/ )


İki kadın gece gideceğimz için başımıza bir iş gelmese tedirginliği yaşadık.
Havaalanından gece bizi ev sahipleri aldı belli bir ücret karşılığında, böylece adres arama derdinden kurtulmuş olduk. Topraktan yapılmış dört evin yanyana bulunduğu, odanın içinde banyosu bulunan bir yerdi. Girer girmez ilk dikkatimzi çeken odanın ortasında yanan soba ve üzerindeki çaydanlık oldu. Çok hoşumuza gitti, gece 23.00 olmasına rağmen hoşgeldin çayı demlemişler. Müşteri değil misafirlerini ağırlıyormuş gibi davrandılar bize. Kahvaltının yapılacağı yerde tadilat olduğundan, sabah kahvaltısını işletmecilerden Aslıhan’ın evinde yaptık, sabah kaçta istersek hazırladılar sofrayı. Böylece oraya ait aile yaşamını, ev hallerini de görmüş oldukJ





Dini bakımdan kozmopolit Antakya'nın sosyal yaşamına hoşgörü hakim, ev sahiplerimize has özellikler bunlar dedik ilkin, fakat iki gün boyunca gördüğümüz herşey bunu destekledi. Gerçekten özgürlükçü, açık fikirli ve açık yürekli insanların şehri. Hiç rahatsız edici göz/sözle karşılaşmadık orada bulunduğumuz müddetçe. Halkı en sıcakkanlı ve yardımsever şehir diyebilirim (hattâ bazıları işi gücü bırakıp, bize gideceğimiz yere kadar eşlik etti). Fellahar, hristiyan araplar... böyle bir karmayı başka yerler için de sayarız belki ama Antakya'da bu insanlar ciddi ciddi, dışarıdan ''aman da ne güzel anlaşıyorlar bak...'' desinler diye değil, gerçekten birlikte yaşamayı istedikleri ve sevdikleri için birlikte yaşıyorlarmış hissi yarattılar bende. En nihayetinde avlusunda hristiyan havari mezarı olan bir camiye sahip bir kentten bahsediyoruz. (Habib Neccar Cami).

Labirent gibi sokakları Kapalıçarşı’yı andıran “Uzun çarşı”ya uğrayıp nar ekşisi ( nar ekşisi uzmanı bu kent), künefelik tabak, kadayıf ve peynir, defne sabunu, zeytinyağı, ceviz - turunç - patlıcan reçeli, ipekli dokuma, melengiç kahvesi, zahter vb. baharatlar ve baharda gitmişseniz taze kekik alabilirsiniz. Kurtuluş caddesi üzerinde kiliseye, sinagoga ve Anadolu'nun ilk camisi Habib-i Neccar'a uğrayabilirsiniz.İnsanların konuşmasını anlamakta zorlandık, genelde arapça konuşuyorlar kendi aralarında.


Bakkalarda fiyatlar ilk arapça söyleniyor, eğer cevap veremezseniz bakkal suratınıza bakıp bakışlarınızdaki eblehliği farkedince türkçeye dönüyor.

Yemek yenecek mekanların turistik olmasını istemediğim için bir Kurtuluş caddesindeki bir emlakçıya girdim ve “yerel halkın gittiği, tepsi kebabı ve künefenin en güzelini yiyebileceğimiz bir yer önerirmisiniz” dedim.
Tepsi kebabı için bizi Uzun Çarşı’ya yönlendirdi, çarşı içindeki caminin yanında Aydın Kasap var, arkasında bahçesi var, orada yiyin dedi. Gittik bahçesine oturduk, yemeğimize ısmarlayıp etrafı seyre koyulduk. Herkes tepsi kebabı yiyip ayran içiyordu, çatal bıçak kullanılmadan yenmesi dikkatimizi çekti. Kebabımız geldiğinde biz de aynı usulle yedik. Fırının başına gidip nasıl yapıldığını izledim (temiz mi konusuna takık biri olarak). Tepsi kebabı el kıyması ve bilimum baharatla hazırlanıp tepsi içinde ve taş fırında pişiriliyor, kebabın üstüne pide konuluyor. Masanın ortasına konan tepsi üstünden alınan pideler kebap parçaları ekmeklere tek tek dürüm yapılarak yeniyor.
Tıka basa yemek yiyip ve tıka basa içki içip, bir de üstüne tatlı yedikten sonra büyük şehirlerde ödediğiniz hesabın yarısından daha azını ödüyorsunuz burada, kocaman tepsi kebabı ve 2 sürahi ayrana 13 TL hesap geldiJ

Asi nehri tam bir perişanlık. Adına türküler yakılan ve şehrin göbeğinden geçen nehir doğduğu Suriye topraklarında suyunun kesilmesi ve iklim koşulları yüzünden bakımsız, pislik içerisinde.


Kent planlama ve modern şehirleşmeden şehrin onda dokuzu nasibini almamış. Fakat bu anlamda olmasa da insan iklimi ve kültür zenginliği olarak emsalsiz bir yer. Bize biraz yurtdışı gibi geldi sanki Beyrut, Lübnan gibi bir kentteymişiz gibi hissettik, yurtdışı gibi gelmesinin sebebi yaygın günlük dilin ve bilumum tabelanın arapça olması dışında kentin genel havasının değişik oluşu. Hakikaten ruhu olan bir şehir.


Harbiye şelaleleriyle ünlü, gidin görün ama yemek yemenizi tavsiye etmiyorum çünkü fazla turistik.
Sadece iki gece kaldığımız için dünyanın en uzun 2. sahiline sahip Samandağ'a gidemedik .
Türkiye'nin en büyük mozaiği ( 850 metrekare) Antakya'da.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder