7 Mart 2012 Çarşamba

en sevdiğim filmler listesi - kısım II

 


Terms of Endearment
1983 yapımı 5 oscarlı bir dram Terms of Endearment , merkezine bir anne kızın ilişkisini oturtmuş. Otoriter bir anneyle, asi kızının ilişkisini kızın çocukluk döneminde ölümüne kadar bizlere aktarıyor. shirley maclaine, debra winger, Jack Nicholson başrollerde. Film yarısına kadar romantik komedi tadında giderken, beş dakikalık bir süreç sonunda bildiğiniz hüngür hıçkırık olup bitirirsiniz. Aşk ve tutkuyu, anne-kız ilşkisini çok güzel anlatıyor bu film, defalarca izledim yine izlerim. Hiçbir zaman eskimeyecek benim için.


Cat On A Hot Tin Roof

Nefrete, sevgiye, hırsa, insan ilişkilerindeki iki yüzlülüğe dair, hayatı anlatan bir film. gerçekten dokunaklı olmuş. oyuncuların performansı, insanı içine çekiveren bir hikaye ile birleşmiş, sanki izlemiyorsunuz da olayları yaşıyorsunuz hissi veriyor. Paul Newman ve Elisabeth Taylor başrolde.

Dört dörtlük bir drama. Herkesin birbirine numara yaptığı, hiçbir zaman açık olmadığı, yabancılaşma, çıkar, para ve yalan üzerine kurulu bir hayatın nasıl olacağını görmek istiyorsanız bu filmi seyredin...





Ordinary People
Ordinary People, Judith Guest‘in romanından uyarlanmış bir film. Hikaye iki oğlu olan bir ailenin oğullarından birinin ölmesinin ardından ayakta kalma mücadelesini anlatıyor. Ölümden hemen sonrasını izleyemesek de evin diğer çocuğunun sosyal hayata geri dönüşünün olduğu kesiti izleyebiliyoruz.
Bu süreçte bir annenin çocuklarını birbirinden ayırıp ayıramayacağına ve bir babanın oğlunun yasını tutarken neleri fark edip nelerden vazgeçebileceğine şahit oluyoruz. Senarist Alvin Sargent‘in işin suyunu çıkarmadan bu sessiz yası bizlere aktarış şekli olağanüstü. Hiçbir şekilde duygu sömürüsü yapmadan ya da ağlayıp sızlayıp birbirine sarılan karakterler görmeden çekiyoruz acıyı filmin ana karakterleriyle beraber.
Ordinary People bence söylecek çok cümlesi olan ama bunu susarak anlatan ve bunda da oldukça başarılı bir film.
 





Steel Magnolias

1980'li yıllarda Louisiana'da bir kuaför ekseninde gelişiyor olaylar. Aslında çelik yüreklerle savaşırken, manolya gibi solan dış görünüşlerinde hiçbirşeye aldırmayan bir kaç kadın ekeninde... En güzel kısmı dostluğa dair bir film oluşu bence. Öyle güzel diyaloglar var ki filmde, oyuncular da şahane. Tabi bu da duygusal bir film, bugün daha çok duygusalları yazıyorum.


Kramer vs Kramer
Kişilerin kendileriyle hesaplaşmalarının da olduğu dikkat çekici dramatik bir yanı da var.Ama özünde ne olursa olsun film bir babayı anlatıyor.
Ted Kramer’i karısının aniden terk etmesiyle başlıyor film.Tam bir işkolik, kariyer bağımlısı olan Ted, oğlu Billy ile başbaşa kalınca ne olduğunu şaşırıyor.Bu yalnızlığını getirisiyle de Ted yeni baştan baba oluyor ve hayatının neredeyse tamamını değiştiriyor.Ta ki onu terk eden karısı Joanna birgün ortaya çıkıp, Billy’yi isteyene kadar…
Ted Kramer’ı canlandıran Dustin Hoffman ise muhteşem ötesi. Özellikle müziğiyle de benden tam puan alan Kramer vs. Kramer‘ı kesinlikle izlemenizi öneriyorum.Bu bir klasik, bu bir başyapıt.İzlemeseniz olmaz.
Bu arada 1979 oscarlarının sahibidir kendileri en iyi film, en iyi erkek oyuncu(dustin hoffman), en iyi yardımcı kadın oyuncu(meryl streep), en iyi yönetmen(robert benton), en iyi uyarlanmış senaryo(robert benton) şeklinde.İzleyiniz, kahvaltıda önünüze yumurtalı ekmek geldiğinde gülümseyerek hatırlayaksınızJ



Mustafa hakkında her şey

türk sinemasının kaliteli filmlerinden. çağan ıırmak'ın ise en iyi filmi.

Mustafa, reklam şirketi olan genç, başarılı ve mutlu bir iş adamıdır. Severek evlendiği karısı Ceren ile bir de çocukları vardır. Mustafa kendi ailesi de dahil olmak üzere etrafındakilere tepeden bakan, hayatı kendini merkeze alarak yaşayan birisidir. Bir gün karısının kazada öldüğü haberini alır ve hastanede karısının kaza yaparken yalnız olmadığını yanında bir başka erkeğin bulunduğunu öğrenir. Bu erkek taksi şoförlüğü yapan Fikret’tir ve kazada yaralanmasına rağmen hayatta kalmıştır. Mustafa hastaneden çıkınca Fikret’i kaçırarak karısının kendisini neden aldattığını çözmeye çalışır.

Filmin buradan sonrası Freud’un psikanaliz koltuğuna dönüşür. Fikret “Freud” rolündedir, Mustafa ise hasta. Mustafa’nın sorduğu soruların cevabı yakın geçmişteyken, Fikret’in Mustafa’ya sorduğu cevapların tamamı uzak geçmişte, Mustafa’nın çocukluğundadır.

Sen inandıklarının mutlak doğru olduğunu düşünürsün, insanları tanımadan kategorileştirir, hor görürsün... insanlar işini kaybetmemek için, bir nedenle çok sevdiği için, uymayalım şu deliye demek için ses çıkarmaz sana, gerçekleri söylemez, hatalısın demez. idare eder seni...sen de kurduğun idealar dünyasında aslında tek başına yaşarsın...

Ayrıca film müziği olarak kullanılan "Bir derdim var" filmi çok güzel tamamlayan bir müzikti.



Shindler’s list

7 dalda oscar ödüllü, gerçek bir hikayeden yola çıkılarak çekilmiş bu film holocaust  hakkında yapılan kanımca en saglam ve etkileyici olan ender filmlerden biri.

Film çok güzel çok büyük bir tablo, ben bu tabloda insanın insana zulmetmesini gördüm. Zaman değişir, isimler değişir, roller değişir, ama zulüm değişmez, bu zulme kayıtsız kalmak da en az ona katılmak kadar suçtur. Ben bu tabloya baktığım zaman ırkı, dini, dili ne olursa olsun; hangi çağda olunursa olsun zalimliğin tiksinçliğini ve aciziğini görüyorum. Benim baktığım bu tabloda almanlar ve yahudiler yok; israil'in filistin'e yaptığı, amerikalıların kızılderililere yaptığı, sırpların boşnaklara yaptığı, ıraklısı türkü afganı vietnamlısı kürdü ingilizi ermenisi hintlisi yunanlısı değil, insanın insana yaptığı eziyet var.





Codayi-i nadir ez simin

"Bir ayrılık" bu yılın en iyi filmi. Vicdani ve yuzlesmeyi çok çok iyi anlatmış, taraf tutmadan yargılamadan...yok birbirimizden farkımız hepimiz insanız...

bir hikaye ki bütün adalet, ahlak kavramlarınızı tümden gözden geçirmeniz gerekiyor.kime hak vereceğinizi, kimden hesap soracağınızı, kimi suçlayıp, cezalandıracağınızı bilemiyorsunuz





The Godfather

mario puzzo'nun ünlü eserinden. Kendi tarzında daha iyisinin yapılabilecegine ihtimal vermedigim bir sinema saheseri.

ugo.com tarafından gelmiş geçmiş en iyi film seçilmiştir. adamlar üşenmemiş, the godfather'ı gelmiş geçmiş gelmiş en iyi film yapan 100 nedeni yazmışlar. http://www.ugo.com/movies/greatest-movie-ever-the-godfather





Bir zamanlar Anadolu’da
Bir Nuri Bilge Ceylan filmi.
Kırıkkale'nin adı sanı bilinmeyen bir ilçesinde (cidden jenerik akana kadar neresi olduğunu bilemedik, keskin'miş) bir cinayet işlenir ve olaylar gelişir.

Anadolu ve aslında Türkiye’nin tekinsiz atmosferini iliklerime kadar hissettim.Genel atmosfer ve oynadığını belli etmeyen oyuncular, bir solukta okuyup bitirdiğim bir kitap gibi... “Ne olacak ki, bir zamanlar Anadolu’da başıma şöyle şöyle işler gelmişti dersin anlatırsın çocuklarına, bir masal gibi…”



The Piano

Jane Champion’un duyarlı bakış açısıyla çekilmiş bu film duygusal öğeleri son derece vurucu bir şekilde veriyor. Filmdeki minimum diyaloga rağmen, karakterlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin dantel gibi işlenmesi ve müzikler şahane! Michael Nyman "soundtrack nedir, bir filme ne katar"ı anlatmış adeta.

 



Tosun Paşa

Senaryosunu Yavuz Turgul'un yazdıgı süper kadrolu muhteşem film. Defalarca seyredilse de yine gülünür, bu kadar komik kadro bir daha zor bulunur.Seferoğlları ile Tellioğulları arasında Yeşil Vadi’yi ve Leyla’yı ele geçirebilme savaşını 50 defa izledi yine izlerim yine gülerimJ

"tutmayın küçük enişteyi, salıverin gitsin!"

Selvi boylum al yazmalım
Cengiz Aytmotovun yine aynı adlı romanından sinemaya uyarlanmış.Güzel bir uyarlama, oyuncular çok iyi, gerçek bir aşk hikayesi. Bıkmadan defalarca izlenesi bir film. 
"elini tuttum sıcacıktı, sanki yüreği elimde gibi." " gel desem gelir mi?" "seninim işte alıp götürsene beni" replikleriyle aşkın büyüklüğünü etkileyici iç sesle anlatır ama en sonunda sevgi için aşkın yetmeyeceğini, emeğin, dostluğun gerektiğini gösterir bize.
Tutku mu
emek mi yoksa
ama filmde anlıyoruzki emek kazanıyor.

Ağır roman
Bu film sadece bir arka mahalle filmi değil; aynı zamanda hayat, erdem, her şeye rağmen yaşama arzusu...
''insanlar kötü'' diye bas bas bağıran bir film bu. Hepsini silip atma ama! diye de kulağını çekiyor seyircinin. Kötülükleri gözümüze sokuyor ki aralarındaki iyiliği, naifliği görelim diye. Kolera sokağı'ndaki evlerin arasına asılmış çamaşırlar görürsünüz tıpkı mahallenin sakinlerinin perişanlığı gibidir o görüntü. Çöplük gibi insanları görürsünüz, darbuka sesinin müdavimlerini, kan, şarap, sis, esrar dumanı görürsünüz... neyi göremezsiniz biliyor musunuz; yalanı. iyinin de kötünün de en sahicisi buradadır.

ağıtın da en sahicisini yakmışlar zaten;  http://www.youtube.com/...-jthfsy3m2y&feature=related

The Lord of the rings
Bu üçleme yine bir kitap uyarlaması. Peter Jackson çekmiş.
Konusuna gelince; aç gözlü bir Hobbit olan Smeagol, derede arkadaşıyla balık tutarken alyans türü bir yüzük bulur ve yüzüğü elinden alacağı gerekçesiyle diğer Hobbit arkadaşınının nallarını diker. Yüzüğünü de alıp dağların dehlizlerine kaçar. Bilbo bagins gider bin türlü dalavereyle yüzüğü çalıp cebine atar ve şirinlerin köyüne benzeyen bir köy olan Shire’a getirip saklar. Ama bu yüzük öyle sıradan bir yüzük değil, büzükleri korkudan çatlatacak güçlere sahip bir yüzüktür. Gel zaman git zaman Bilbo’nun densizlikleri sebebiyle yüzüğü farkeden büyücü Gandalf kısa bir araştırmadan sonra yüzüğün o lanet yüzük olduğunu anlar ve Frodo’ya yüzüğü Elrond’a götürme görevini verir. Yolda türlü belalar gelişir, Aragorn hobbit grubuna katılır ve sonunda Elrond’a ulaşılır.Gizli divan toplanır ve karar alınır; “tek yüzük” hüküm dağı’na götürülüp yok edilecektir. Fakat bu öyle bir tek babayiğidin harcı bir iş değildir. Bağrışıp çağrışmalar sonucunda kısa çöpü çeken talihsizlerin sepeti kollarına verilir...

Piano piano bacaksız
Savaş yıllarında, eski bir konakta yaşayan farklı insanların hayatlarından bir kesit sunar film.
Kitabı da filmi de çok sevimli, cok sıcak. Yoksul bir yaşamı küçük bir çocuğun gözlerinden bütün güzellikleriyle anlatan, insan ilişkilerinin, paradan, puldan, bütünn maddi değerlerden çok daha önemli ve değerli olduğunu gösteren bir film. Müşfik Kenter'in sesi anlatıcı olarak çok iyi olmuş.
Sanki konak ahalisi bayat ekmeklerin üzerine su döküp yaptıkları, yağsız paparayı yerken benim de karnım doyuyor, bacaksız'la beraber çıplak ayaklarımıza aldırmadan sinema'yı süpürüp, muhallebicinin önünde öylece dikiliyorduk. sevginin en karşılıksız olanını anlatır, aç ama mutlu insanları.
" insanın yoksulu, üstelik çocuksa benim gibi, barıştan yanadır yani umuttan yana "
Bir de içinde çok güzel bir aşk vardır kitabın. Kemal'in ağzından; Feriha ablayla Senai abi'nin aşkı.. Binbir zorluğun içinde bir güzel aşk gerçeği. Ki ne kadar güzel bir aşk olduğunu kitabın sadece şu kısmından bile anlayabilir insan:
"... bir gün sordum: 'senai, nedir bu halin?' diye. 'ben bir işe yaramam. sen istiyorsun diye üzüm satmaya çalışıyorum. sen reji'de çalışıyorsun. ben de bir iş yapmış olmak istiyorum. doğrusunu istersen o köşede, yağmurda çamurda üzüm satmak için beklemiyorum ki, yemin ederim feriha, akşamları senin reji'den dönüşünü görmek için bekliyorum. bu umut olmasa o üzüm sepetinin başında bir dakika bile bekleyemem. sen bilmezsin, eskiden dükkanımıza geldiğin sıralarda babamı nasıl da mutlu etmiştin farkında olmadan. alışveriş için dükkana gelmediğin günler de olurdu. bense hasta olduğum günlerde bile olsa seni görmek, borcum ne kadar, diyen sesini duymak isterdim. oysa babam, beni kurtarmak, bir işe bağlamak için açtığı dükkana gidip gelişimi işime bağlılığımdan sanır, mutlu olurdu.' dedi. ben de gülerek, 'ama senai, biz artık evliyiz seninle...' dedim. onun bana verdiği karşılık şu oldu: "feriha, o üzüm sepetinin başında beklemenin yaşatan bir anlamı olması gerekir." sustum. ne de olsa kocam berlin'de felsefe okumuş..."
bilmiyorum ki sevgilinin kıymeti; "feriha, o üzüm sepetinin başında beklemenin yaşatan bir anlamı olması gerekir" cümlesi kadar güzel bir şekilde anlatılabilir mi..

1 yorum:

  1. yine aydınlatıcı güzel şeyler paylaşmışsın :) teşekkür ederim...

    YanıtlaSil