15 Kasım 2011 Salı

Bohem Paris

Yine iki kenti kapsayan bir seyahatten döndüm. Gidiş sırasına göre önce Paris’i yazacağım, daha sonra Berlin’i.

Okuduğum her Paris kitabında yazarlarımız hep ”Herkesin Paris’i başkadır ”der…
Feridun Andaç, Paris’i anlattığı kitabına ”Paris Bir Yalnızlıktır” adını vermiş. Çok uzun yıllar sürgüne giden yazar , şair ve ressamlarımızın sığınağı olmuş bu şehir , evet yalnızların , yurdundan uzak kalmışların şehri...
Paris’i hissetmek isteyenlere Mine G.Kırıkkanat’ın Paris isimli kitabını okumalarını tavsiye ederim. Çok güzel, yaşanmışlık var kitapta.

Şimdi benim Paris’imle devam edelim bakalım...


Önce Berlin Tegel’e, oradan Paris Charles de Gaule’e uçtuk.  Yolculuk esnasında Air France çalışanı kaptan pilotumuzun anonsları bizi kendimizden geçirdi:))
Adeta yatak odasından sesleniyormuş edasında, rota- bıdıbıt bıdıbıt bilgilerini verdi ama o ses, söyleyiş tarzı...duymak lazım anlatmakla olmaz:)

Neyse...Charles de Gaule büyük bir havaalanı, merkeze çok da uzak değil.

Paris’te ulaşım metrolar ve trenler sayesinde muhteşem. Şehrin bir ucundan öbür ucuna her şekilde metro aracılığıyla hızlıca ve en kolay şekilde ulaşmak mümkün.

İstediğin yere 10 – 15 dakikada varıyorsun (Metrolar aynı zamanda sokak çalgıcılarının da en yoğun olduğu yer).

Paris’e akşam 21.00 civarı varabildik, evi çok zorlanmadan bulduk. Gare du L’est  10 . bölgede. Metro ile ulaşım kolay ama metroyu anlamak bazılarına göre zor.

Ben metro haritasına bakarken bir ana-kız harita önünde türkçe konuşuyorlardı, gidecekleri yeri bulamıyorlarmış, yardım ettim. “Burada öğrencimisin” dediler (ba ba ba ba :) pek hoşuma gitti tabii:)) yoo dedim 2 gündür buradayım ama mevzu İngiltere ve Almanya’da nasılsa burada da öyle işte.

Ben metroyu Paris'te yaşayan bir Fransız gibi kullanabildim. Daha önce de bahsettiğim turları sevmeme nedenim, bizim gibi şehri gezememeleri, toplu taşımadan bi haber olarak o kenti tanıdığınızı anladığınızı söyleyemezsiniz bence.




Turla gelenlerin görecekleri yerler, turist rehberlerinin gezdirdiği, götürdüğü yerlerle sınırlı.

Evi bulmasına bulduk da mahalle gözüme iyi gözükmedi. Zenci Cezayir asıllı ve türk kaynıyordu mahalle.

Apartmana koca bir avludan girdik, avluda bulunan bisikletler, saksılar, arnavut kaldırımı, hoştu doğrusu.  Apartman oldukça eski, daire de öyle, 1 oda bir salondu dairemiz. Eski resimler (ki Banu taktı onlara, bu adamlar da kim, gece uykusuzluğumu bunlara borçluyum diye) şömine, işlemeli bir tavan vs...





Bu arada size bir link vereyim Paris'te evde konaklamak isteyenler için daireler ve fiyatları :  http://www.feelparis.com/en/paris/property-type/apartment-2.html?sort_type=desc&sort=num_comment
Daireyi sevdik sevmesine de, temizlik bize göre değildi. Aslında Paris’in genelinde durum bu. Pisler pis! Metroları, sokakları... gözümüzle gördük, burnumuzla kokladıkL

Gelelim gördüklerimize...

Aaaa mutlaka görmemiz lazım diyerek bit pazarına gittim daha ilk gün, tavsiye ederim, Paris'de görülmesi gereken asıl bit pazarı Porte de Clignancourt. Puces de Vanves'in tam tersi şehrin kuzeyinde. Aynı isimli Metro durağında indikten sonra 5 dk.lık yürüme mesafesinde. Burası Avrupa'nın en büyük bit pazarı. Küçük bir kasaba gibi adeta. En iyisi erken gidin. Kalabalığa kalmayın. En güzel şeyler seçilmeden. Yanınızda büyük bir çanta, sırt çantası ve gazete kağıdı olsun. Bardak, kutu, tabak, seramik bir şey aldığınızda kırılmasın diye sarmanız gerekecek. Satıcılar sadece torbaya koyuyor. Görüp beğendiğiniz şeyler 10 dk sonra yerinde olmayabilir. Dönüşte bakarım derseniz ağlarsınız. Ben 5 Euro'luk bir vintage çanta için hala yas tutuyorum.




O çok övülen dillerde olan ünlü caddeleri Champ-Elysees bize pek birşey ifade etmedi doğrusu, (Şanzelize) Paris'in kuzey batısında, 8. bölgesinde. Tamam cadde genişlği 25 metre, cafeler vs var ama öyle dile düşecek bir güzelliği yok. Champ-Elysees bizdeki Bağdat Caddesi tadında ama tabii daha lüks. Fiyatlar uçuyor,  mağazalarda gezinmek, bulvarda yürüyüp vakit geçirmek eğlenceli fakat al sana Teşvikiye-Bağdat Caddesi, ne farkı var dedik?

Buraya gelip de uğranmadan gidilmeyecek ikinci durak Laudree, fakat orada macaron yemedik. Çünkü çeşitli vitrinlerde gördüğümüz macaron fiyatları beni benden aldı, aman kalsın orada yemesem de olur dedim.




Artık İstanbul’da da mağazası var ama buradakinin tadı farklı deniyor. Rengarenk yüzlerce makaronu sadece seyretmek için bile buraya gidilir. Yalnız Cumartesi günleri önünde fena kuyruk oluyormuş, mümkünse hafta içi gidin.

Paris pahalı.. pahalı.. pahalı.. mesela 2 kahve 10€ normal fincanda, kruvasan 3 €, macaronun tanesi 1,5 €, taksiler ise ateş pahası hiç tercih etmeyin derim. Normal/sıradan bir yemeğin fiyatı içecek dahil 20 € ve civarında (2010 yılında Paris yaşanabilir en pahalı şehir seçilmiş).

Champ-Elysees bulvarının sonunda bir anıt var. Bu anıt (Arc de Triomphe ) şehrin simgeleşmiş en meşhur anıtlarından bir tanesiymiş. Fransız Devrimi ve Napolyon Savaşları zamanında ölen şehitlerin anısına dikilmiş, iç ve dış yüzeylerinde ise şehitlerin isimleri yazılıymış.


Meşhur Eiffel Kulesi uzaktan belli olan o kıvrımlı hali ile güzel, gece ışıkları açılınca çok güzel ama gel gelelim yakından sadece bir demir yığınından ibaret! Gittik civarında 1-2 saat vakit geçirdik ama ben gördüğüm an “pardon da neresi romantik bunun” dedim. Çok abartılmış.





Benim sevdiğim semtler Marais, St. Michel, Montmarte.

Louvre Müzesi’nden Jardin des Tuileries‘nin içinden geçerek tarih ve sanat dolu kısa bir yürüyüş sonrası Concorde Meydanı‘na varabilirsiniz. Concorde Meydanı Paris’in en büyük meydanı ve sıfır noktası diyebileceğim merkezi bir yere sahip. Louvre Müzesi’ne ben girmedim, çünkü bir günde asla bitmez dediler. E zaman kısıtlı, bütün vaktimi de Paris’e ilk gitmiş biri olarak müzede geçirmek istemedim.




Gitmek istiyorsanız gider gitmez biletinizi alın, pavyonları günlere bölün her gün üç saat geçirin derim. 3 günde biter belki.

Paris’te benim en en sevdiğim yer ise şüphesiz Seine Nehri oldu! Seine Nehri kocaman ve Paris’i tam ortadan ikiye bölen bir nehir. Paris onsuz kuru kalırmış, Seine Nehri, onun üzerindeki  köprüler, nehir boyunca  gezen botlar ve nehrin üzerindeki doğal iki adacık (Île de la Cité ve Île Saint-Louis) ile Paris’e renk gelmiş. Yalnız nehir kenarına gece gelirseniz farelere dikkat! Gece nehrin etrafında fareler resmen cirit atıyor! Metrosunda da durum aynı.

Notre Dame de Paris katedrali de mutlaka görülmesi gerekenlerden. Bu katedral Fransız gotik mimarisinin en iyi örneklerinden biri. Victor Hugo’nun meşhur romanı Notre-Dame’ın Kamburu bu katedralde geçiyor. Notre-Dame de Paris’e giriş ücretsiz ama her zaman çok kalabalık. Yine hafta içi sabah saatlerinde gitmekte fayda var. Gitmeden mutlaka birkaç Fransız romanı okumanızı öneririm (özellikle “Sefiller “ ve “Notre Dame’ın kamburu).




Buradan sonra görkemli duruşu ile hayranlık uyandıran Hotel de Ville, çeşmesi ile meşhur Saint Michel, daha çok Parisienne’lerin takıldığı Saint Germain uğramadan olmazlar listesinde.


Montmartre bölgesi dümdüz bir şehir olan Paris’in yegane tepesi. Bu bölge ressamları ile meşhur, zaten sağda solda bir sürü ressam ve karikatür sanatçılarını göreceksiniz. Zamanında Salvador Dalí, Amedeo Modigliani, Claude Monet, Piet Mondrian, Pablo Picasso ve Vincent van Gogh gibi en ünlü ressamlar çalışmalarını burada yaparlarmış. Montmartre’dan geçerek en tepeye varıyor ve orada Sacré Coeur’u görüyoruz. “Sacré Coeur”, Fransızcada “Kutsal Yürek” anlamına geliyor. Burası İsa’nın kutsal yüreğine adanmış bir Katolik kilisesi. Yine harika bir mimariye sahip. Bir de şehrin en yüksek noktasında olduğundan eşsiz bir Paris manzarasına! Bence Eyfel’e çıkmaya hiç gerek yok buraya çıktıktan sonra.


Paris’i gezmek için metro ve bol bol yürümek dışında başka hiçbir şeye ihtiyacınız yok. Ayrıca metro demek harita demek.  Dolayısıyla şehir haritası edinmeye bile gerek yok, zaten iki adımda bir metro durağına -yani haritaya- denk geliyorsunuz. Yalnız metro gece 01:30 dedin mi bitiyor.
Ama bisiklet de bir seçim olabilir tabi. Her yer velib durağı., kullanmak kolay. Ya kartını alıyorsun, senelik 30 €. Her seferinde 30 dk kullanma hakkın var amaç sirkülasyonu sağlamak. VELIB’i alıyorsun durağa takıp kartını okutup çıkarıp bir 30dk daha binebilirsin. Ama süreyi geçirirsen saat başı 1 Euro ilk üye olurken verdiğiniz kredi kartınıza masraf ediliyor. Duraklar bir kaç dilde birden hizmet veriyor.



Paris haritası, gidilecekler listesi hazırlarken pek iyi oluyor! Gitmeyi düşündüğünüz yerleri işaretlerseniz planlı şekilde gezebilirsiniz.



Bir dükkana girdiğinizde söyleyeceğiniz "Bonjour, Madame", birinin dikkatini çekmek istediğinizde kullanacağınız "excusez-moi" ya da yanlışlıkla birine çarptığınızda ya da bir hata yaptığınızda Pardon demek en asık suratlı mağaza görevlisini bile gülümseyen bir yardımcıya ve en huysuz insanı da anlayışlı bir vatandaşa dönüştürebilir.

Bilgi Üniversitesi'nden erasmus'la Paris'te bulunan Gökçe bizi çok güzel bir kitapçıya (Shakespeare Company) götürdü, bayıldık mekana. Eski, tıklım tıkış, alt kat satış, üst kat okuma katı.

Tüm bölgelerdeki kendine özgü Paris sokakları, kaldırımlara taşan küçük kafeler, binaların inanılmaz güzel mimarisi ve ahenk içinde sıralanmaları, pencerelerden aşağı doğru sarkan çiçekler, binaların dış cephelerindeki kabartma süslemeler, tüm sokaklarda ve köprülerdeki heykeller, Sen nehri... bunlar Paris’i güzelleştienler.





Mezarlıklar,  Gare du nord, meydanlar, Moulin rouge…görülecek pekçok yer var. Dediğim gibi ben bu ilk sefer olduğundan müze ziyaretlerinde bulunmadım. Daha sonra gidersem onlar hakkında da buraya ekleme yaparım artık.





Tabi alışveriş yaptık ama pahalılık nedeniyle fazla birşey alamadık. Paris’ten bir bot almdandan dönemedim ama:) Tabi posterleri ve ufak tefek şeyleri (bit pazarından aldıklarım dışında alışverişten saymıyorum)


Bu arada Paris’te sokak ressamları tarafından yapılan resimler çok güzel. Birkaç poster almadan duramadım, buraya da görüp beğendiğim posterlerden koyuyorum siz de görün diye.






 




Şimdii gelelim yemek meselesine:) Fransa'nın gastronomi dünyasına armağanları ekmek, peynir ve şarap. Kuşkusuz bu muhteşem üçlünün arasında peynir benim göz bebeğim. Taptaze, çıtır çıtır, iyi pişmiş bir baget ekmek, sanki bir saat daha bekletilse, kalitesi  düşmeye başlayacakmış kadar olgun bir kutu Camembert peyniri. Şarapla aram yoktur o nedenle onu anlatamıyorum ama bu üçlüde saymadan geçmek olmaz:) Bu arada Fransız peynir çeşitleri hakkında da bilgi vereyim (bilmeyenler için)
Rokfor; Dünyanın en ünlü mavi-küflü peyniri. Bri (Brie); Tatlı yapımında kullanılan başlıca peynirlerden biri. Büyük tekerlekler görünümünde üretiliyor. Tahta bir kutu içerisinde saklanması önerilen Brie’nin, oda sıcaklığında servis ediliyor. Kamamber(Camembert); Yemeğe uygun yapıda olan kabuğu ile yumuşak ve kaymak kıvamında bir yapıya sahip, tahta bir kutu içinde muhafaza ediliyor.Çevr (Chevre); Keçi sütünden yapılıyor, tatlı peyniri olmasının yanı sıra meze olarak da kullanılan Chevre, yemek öncesi içilen içkilerle birlikte sunuluyor. Rachlette;Dünyanın en ünlü eriyen peyniri olarak bilinmekte. Alpler’de, Fransa-İsviçre sınırının iki kesiminde de yapılan bu peynirin Fransız versiyonu diğerine göre biraz daha yumuşak. Üzeri küçük deliklerle kaplı bu peynirin yemeğe pek uygun olmayan, kırmızıya dönük bir kabuğu var.



 

Kahvaltıda genelde croissant denilen ay şeklindeki açmalar, pain au chocolat denilen çikolata doldurulmuş pastalar, üzerine tereyağ sürülmüş baguette (Fransız ekmeği) gibi yiyecekler yiyor bu Fransız milleti. Croque-monsieur (jambon ve eritilmiş peynirli tost) da unutulmamalı tabi.

Alışveriş sonrası için aklınızda olsun, Fransa'da Eğer bir mağazada tek seferde 12 € üzeri bir harcama yaparsanız vergi iadesi alma hakkına sahip olursunuz. Bu haktan yararlanmak için alışveriş yapılan mağazadan damgalı bir fatura alınmalı. Bu faturayı havaalanında taxoffice' de işletmelisiniz.



2 yorum:

  1. Ben sana makaron pişiririm yavrum, ama biliyorsun ki şekil açısından pek iç açıcı olmuyorlar:-)

    YanıtlaSil
  2. Shakespeare company de saatlerce oturup kitap karıştırabilirim :) ellerine sağlık...artık bir sponsor bulmak gerek bu bloga ve daha geniş kitlelere ulaşmalı.olmuş.10 puan :)

    YanıtlaSil